Günümüzün kafa karışıklığıdır ‘kendin olmak’. Canım sıkıldığında, bunaldığımda benim de zamanında tekrarladığım bir cümleydi. “Kendin ol!” Ama ne anlama geldiğini bilmeden...
Sahiden ne demek ki kendin olmak? Kendisi nedir kişinin? Ben vücudum muyum? Vücudumdan ibaret değil gibiyim sanki. Bazen vücudumun farkında olmadığım bile oluyor, bir konuya takıldığımda. Sonuçta her zerremin farkında da olamıyorum. Peki bilincim miyim ben mesela? Ya da sadece farkındalık mıyım? Evet, sanki bir farkındalık kısmı var. Her ne acı çekilirse çekilsin… Her ne coşku yaşanırsa yaşansın... Her ne hata yapılırsa yapılsın... Hatta geri dönüşü olmayan o yola girilsin... Örneğin diyet yaparken diyetini bozmak, bile bile yalan söylemek gibi... Yine de yanlış yaptığını bilen bir tarafın var. Ama bir de isteyen tarafın var. Yanlış olduğunu bile bile vazgeçemeyen, acıdan korkan, kaçan... Bazen de hazdan vazgeçemeyen...
Ben hangisiyim peki? Bir portakala “kendin ol” desem şaşırmaz mı? Zaten portakal, portakal değil midir? Portakalın kendisi olmak için uğraştığını hiç zannetmiyorum. Bir kedinin de...
Ha, tamam anladım! Diyorsun ki “içinden geldiği gibi davran, samimi ol! Kendin ol demek bu!” Gerçekten en yakın dostum olsan ve sana içimden geldiği gibi davransam... o zaman benimle dostluğun sürer mi, merak ediyorum. Kendimi kendime bıraksam... Ohooo... Senden istediğimi alana kadar en tatlı kız çocuğundan tatlı olurdum. İstediğimi aldığımda da basardım tekmeyi, keserdim göz temasını ve tebessümü. İçimden geleni yaptığım zamanlar oldu. Yüreğimin sesini dinlediğim zamanlar yani. Senin de olmuştur. Duygularımın peşinden gittiğim zamanlar... Sonuç ne oldu?
Zannetme ki duygular gereksizdir diyorum. Zannetme ki istemek kötüdür diyorum. Ama kendim dediğim şey kim bilmezken kimi dinleyeceğim? Neyin peşinden koşacağım? Öfkelendiğimde ağzıma geleni sayayım mı? Her istediğimi her istediğim anda yapayım mı? Yakayım mı gemileri bir anda? Saydırayım mı ana avrat?
Bir dönem de ‘içimdeki çocuk’la ilgilendim. Onu onarmaya çalıştım, onu anlamaya çalıştım. Sorular sordum ona, sesini duymaya çalıştım. Belki sen de geçtin bu yollardan. Ama pek bir yere vardığımı söyleyemem. İçimdeki çocuk biraz haylaz çıktı.
Fark ettim ki içimdeki çocukmuş beni yanlış yollara sokan. Yaşadığım pişmanlıklarımın fikir babası/annesi oymuş! Bir çocuğun sevgi dolu, masum, samimi tarafları var. Ama haylazlıkları, azgınlıkları, söz dinlememezlikleri de var. Çocukça davranıyorsun diye boşuna kızmıyorlar kırk yaşındaki adama. Çocuğun lafıyla iş mi yapılır? Çocukça davranmak pek de iyi bir şey değil. Çocuktan bencil, umursamaz, dediğim dedik başka canlı var mıdır? Belki o masum bakışları, tatlılıkları olmasa hiç sevemezdik onları. Bir şekilde insan yavrusu en sevimli canlı. Ama yine de dayanılmaz oldukları zamanlar olmuyor mu çocukların?
Otobüste seyahat ederken arkadaki çocuk gürültü yapsa sabrederiz. Koltuğumuzu tepebilir, istekleriyle annesini yorabilir. Saçımızı çekebilir, söz dinlemeyebilir, isteklerinin sonu gelmeyebilir. Yine de uyumaya çalışır, görmezden, duymazdan gelebiliriz. Ya da annesine içten içe kızabiliriz “nasıl çocuk yetiştirmiş” diye. Ya da açıktan tartışmaya başlayabiliriz.
Otobüs yolculuğu kısa bir süreliktir. Ama bu çocuk bizim çocuğumuzsa hayat zindan haline gelebilir. İnsanın kendi çocuğuna sabretmesi daha kolaydır. Ona kıyaslanamayacak derecede değer verebilir. Ama yine de her sabrın bir sınırı var. Kendi çocuğu olsa da öyle zamanlar oluyor ki ebeveynler çaresiz hissediyor. “Biz nerede hata yaptık?” diyorlar. Çocuklarının davranışları ile baş etmekte zorlanıyorlar. Aslında çocuğun yaptığı her zalimlik anne babanın tavizlerinin işareti.
İçimizdeki çocuk ise farklı. O ölene dek ergenliğe girmeyecek. Hep bizimle olacak. Yuvadan uçup da gitmeyecek. Kendi hayatını, ailesini kurmayacak. Ailesi biziz zaten. O ben, ben o ve diğer yabancılar... O zaman ne yapmak lazım? ‘İçimizdeki çocuk’ aslında kim?
İnsanın iyi ve kötü versiyonları vardır. İnsan hayatı boyunca yaptığı seçimlerle iki yönde de dönüşebilir. Önemli olan iyi bir kendisi olmasıdır insanın. Çünkü kendisi ile ilişkisi hiç bitmeyecek.
Mesele doğuştan sahip olduğumuz iyi yönlerimizi kaybetmemek. Doğuştan dayanıksız olduğumuz kötülüklere dayanıklılığımızı arttırmak. Mesele kendimizi iyileştirmek, daha “iyi” olmak. Mesele ‘içimizdeki çocuğa’ iyi bir terbiye vermek. Onu düzgün bir şekilde yetiştirmek. Ancak o zaman kendi içimizde ‘mutlu bir aile’ olabiliriz. Ancak o zaman dış dünyada samimi, mutlu ilişkiler kurabilir, hedeflerimize ulaşabiliriz. Asıl kendisi iyi olan birisinin iyiliği, tebessümü samimi değil midir?
Kendini tanımaya ve iyileştirmeye ne dersin? Ben kimim? Sen kimsin? Sen olmayanlar kimler? O zaman Kim Kimdir?
0 Yorumlar