Hepimiz hatırlarız. Çocukken bize de demiştir anne-babamız. “Sakın ha!” Hoş görülmeyen bir davranışı engellemek için söylenir genelde. “Yapma!” veya “Yapmaktan çekin/sakın!” anlamlarında kullanılır. Neye değer verirsek onu gözümüz gibi sakınırız. Bazen de sakınılan göze çöp batar. Bazılarının ise sakınması olmaz, açar ağzını yumar gözünü. Davranışımıza dilimize ve gözümüze ne kadar da yerleşmiş bir eylemdir sakınmak.
Sağlıklı beslenmeye çalışanlar hazır gıdadan sakınır. Evlenmek üzere olan gözünü başkasından sakınır. Sosyal medyada ve günlük hayatımızda bazı kelimelerden ve görüntülerden sakınılır. Yeni depresyondan çıkmış biri olumsuz duygulardan sakınır. Pozitif yaşam tarzı benimseyenler negatif ortamlardan sakınır. Erken uyanması gerekenler geç saatlere kadar uyanık kalmaktan sakınır. Diyet yapanlar şekerli ve unlu gıdalardan sakınır. Klostrofobisi olanlar insanlar kapalı alanlar, agorafobisi olanlar kalabalık alanlardan sakınır. Köpekten korkanlar, köpeğin olduğu sokaklara girmekten sakınır.
Tabi tüm bu sakınmalar olması gerekenler gibi, ya da bahsedilen durumlarda yapılması beklenenler gibi. Peki, gerçekte öyle midir? Gerçekten diyet yapan herkes şekerden uzak durabiliyor mu? Ya da doğal beslenen birisi hazır gıdalardan? Peki ya sakınadurduklarımız, gerçekten sakınmamız gerekenler mi?
Haftaya sınavı var ama dışarı çıkmaktan sakınmaz. Görüştüğü biri varken başkasına yazmaktan sakınmaz. İş arkadaşlarıyla hoşbeş ederken eşine bağırmaktan sakınmaz. Anaparası yetmezken şube açmaktan sakınmaz. İhtiyacı yokken bahçesindeki bitkileri sulamaktan sakınmaz. Defalarca ağzı yanmasına rağmen yalan söylemekten sakınmaz. Oysa dilimizde bu gibi durumlarla ilgili çeşitli sözler de varken: Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. İnsan, başına bir kötülük geldiğinde sonrakinde daha temkinli olurmuş.
Peki, insan neden ağzı yansa da aynı hataya düşer? Çünkü duygularımız ve isteklerimiz var bu hayatta. Duygular aktiften mantıklı kararlar veremiyoruz. İsteklerimiz de çoğu zaman ihtiyaçlarımıza yönelik olmuyor. İrdelemediğimiz zaman da dışardan gelen her şeyi alıyoruz. Olduğu gibi, denetlemeden veya filtreden geçirmeden... İş böyle olunca da doğru yanlış her şeyi algılıyoruz. Oysa doğuştan gelen bir denetim mekanizmamız var. Bizleri kötü şeyler yapmaktan alıkoyan. Bizleri tabir-i caizse sakındıran. Kulağımıza “sakın ha!” diye fısıldayan… Aynı hataya düştüğümüzde bu iç ses zayıflar. Bir süre sonra da sırra kadem basar.
Dolayısıyla yapmamız gereken bu denetim mekanizmasının sesini açmak ve dış dünyadaki gereksiz tüm sesleri de kısmak. Sürekli aktif olan bir denetim hata miktarını azaltacaktır. Gerçekten Önemli olan da bu ya. Sıfır hata zaten mümkün değil. Aslolan aynı hataya tekrar düşmemek ve yaptığımız hataları azaltmak.
Sakınmak, işin merkezinde. Denetim mekanizmasının henüz devreye girmediği anda. O yüzden çok kıymetli. Çünkü insan hatanın merkezindeyken hata yapmadan duramaz. Bundan kaçınamaz. Ağacın dibine kadar geldiğinde o meyveyi yersin. Önemli olan o ağaçtan sakınmak, ona yaklaşmamak…
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; sakınmadan belli bir seviyenin üzerine çıkamazsın… Bazen kendinin bile…
0 Yorumlar