Peki Ama Neden?

Hakan üç çocuklu bir ailenin en büyük üyesiydi. Genellikle ilk çocuklar en çok sevilen çocuk olur. Fakat pabucu en çabuk dama atılanlardır… 

Çocukluğunda hayat dolu, gözleri pırıl pırıl parlayan bir çocuktu. Ortaokula geldiğinde en büyük zevki parayla uğraşmaktı. Marketten yüzlük paketlerdeki şekerleri alıp sınıftaki arkadaşlarına satardı.

Okula gitmeyi ve okumayı pek sevmezdi. O kadar hareketliydi ki sınıfta saatlerce oturmak acı veriyordu. Keyif almadığı okulda geçirdiği zaman artık canına tak etmişti. Ergenlikte ticaretin ve para kazanmanın tadını almıştı bile. En sonunda okuldan uzaklaşarak isteklerini takip etmeye karar verdi. Yaşına göre ticarette yetenekli ve kararlıydı. Bir eşarp mağazasında satış elemanı olarak işe başladı. Daha sonra biriktirdiği tüm parasıyla kendi işletmesini açtı.

Başlangıç tahmin ettiğinden de zor geçti. Gecesini gündüzüne katarak çok çabaladı. Hafta sonları, bayram günleri, tatil günleri… Sevdiği her şeyden fedakârlık yaparak sonunda başarıya ulaştı. Mahallede dürüst ve saygı görülen bir esnaf haline geldi.

Bir sabah işletmesine kız kardeşi ve kardeşinin öğretmeni Aysun geldiler. Abisini, mağazasını ve yeni sezon modelleri görmek istediler. Hakan karşısında kardeşi ve öğretmenini görünce afalladı. Sanki o anda zaman durmuş gibiydi. “Vaaay be! Kardeşim haklıymış, öğretmeni çok estetik. Uzun boylu, yüz hatları keskin, bakışları anlamlı… Esmer ve bakımlı bir hanım. Yıllarca işletmeme bu kadar insan geldi, böylesini hiç görmedim.” diye düşündü.

Hakan hemen kendileriyle ilgilenmeye başladı, etkilendiğini hissettirmeden ürünleri gösterdi. Fakat tahmin etmediği bir şey vardı. Aysun da Hakan’dan bir o kadar etkilenmişti. İçten içe “Ne kadar yakışıklı bir çocuk. Güler yüzlü, çok ilgili, nazik ve hareketli biri… Hem mağazası da var, aramızda bir şeyler olabilir mi?” diye düşünmeye başladı.

Aradan az bir zaman geçmesine rağmen birbirlerine ısınırlar. Önce telefonla konuşmaya sonra da buluşmaya başlarlar. Aysun'un evi uzak olmasına rağmen Hakan bunu dert etmezdi. Her yolculuk bir keyifti, çünkü neticesinde Aysun’u görecekti. Gözlerine bakabilecek ve kendisiyle uzun uzun sohbet edecekti. Aysun da çok mutluydu, o da Hakan’ı görmeyi çok isterdi. Her evden çıktığında kalbi gümbür gümbür atardı.

Birbirlerine o kadar çok aşıklardı ki… Aradan birkaç ay geçtikten sonra, aileleri tanıştırdılar. Onları bir araya getirerek ilişkilerine farklı bir boyut kattılar. Aile arasında düzenledikleri nişan töreniyle ilk ciddi adımı attılar.

Duygular ve istekler çok yoğundu. Devamlı bir telefon trafiği, devamlı bir görüşme halindeydiler. Hakan için Aysun, Aysun için de Hakan'dan başka bir şey yoktu. Birbirleriyle çok zaman geçiriyorlardı, kıskançlıklar ve tartışmalar filizlenmeye başlamıştı.

Hakan, Aysun’u kendine daha fazla bağlamak ve etkilemek istiyordu. Bunun için her buluştuğunda hediyeler alırdı. Şehrin en kaliteli mekanlarına götürürdü. Elini sım sıkı tutup, neredeyse yanından hiç ayırmazdı. Hakan için Aysun’un mutluluğu bir saplantı haline gelmişti. Hediye ve jestlerinin oranını fazlalaştırdı. Evinin önünde ateş yakmalar, havai fişekler. Lazerle gökyüzüne “Seni seviyorum.” yazmalar. Her gün evine gül demeti yollamalar. Aşk dolu mesajlar, ses kayıtları…

İlk başlarda Aysun bu ilgiden hoşlanmıştı. Zaman geçtikçe üstünde baskı hissetmeye başladı. Hayatına müdahaleler, arkadaşlarına ve komşularına yasaklamalar… Kıyafetlerine renginden tut biçimine kadar yasaklar… Kıskançlık krizleri, günlük giyim kuşam tartışmaları… Bu kısıtlamalar Aysun için dayanılmaz bir hal almaya başladı. İlk başlarda Hakan günde altı yedi defa arardı. Bir süre sonra on, on beş defa aramaya başladı. Aysun’dan eskisi gibi ilgi görmedikçe, Hakan daha çok arıyordu.

Aysun’un bu ilgi karşısında kafasında soru işaretleri belirdi. “Bu adam şimdiden böyleyse evlendikten sonra kim bilir neler yapar?” “Bu kadar sevgi acaba bana fazla mı?” İlişkide kendisini geri çekmeye başladı. Artık yapılan bu davranışlara, verilen bütün hediyelere… Hepsine ilgisiz ve hissiyatsız kalmaya başladı. Aysun bu düşüncelerle Hakan’a “Acaba evlenmek için acele mi ediyoruz? Acaba yeterince birbirimizi tanıyor muyuz? Birbirimize zaman ayırdığımız gibi kendimize zaman ayırıyor muyuz? En son beni düşünmeden uyduğun gün ne zamandı?” gibi sorular sormaya başlamıştı. Ve kendine biraz alan isteyerek, görüşmeleri azaltmıştı.

Hakan ise bütün bu olup bitenlerden çok mutsuzdu. Çatı katındaki evinin terasında sürekli Aysun’un söylediklerini düşünüyordu. Terasının manzarasında insanlar ve trafik akıyordu. Hakan’ın aklındaysa sadece Aysun’la olan ilişkisi vardı. İlk günlerdeki heyecanı özlüyordu. Sevgi dolu bir ilişki, nasıl oluyor da bu noktaya gelebiliyordu? Hem de sadece birkaç ayda… Kendine durmadan bu ve benzer soruları soruyordu. “Nasıl oluyor da ben ona ilgi gösteriyorken, o uzaklaşır? Bu kadar her şeyimi ona feda etmeye hazırken, o kaçabilir? Bir dediğini iki yapmıyorken, benden niye ayrılır? Bütün benliğimle onu severken, o nasıl göremiyor? Benim sevgime, benim isteklerime artık karşılık vermiyor. Oysaki daha iki, üç ay önce birbirimizin gözlerine bakardık. O zamanlar, benim için her şeyini verebileceğini hissediyordum. Ama şu anda her şey bir hüsranla sonuçlanmak üzere.” diye düşünüyordu.

Acaba ne olmuştu da Hakan ve Aysun’un ilişkisi bu boyuta gelmişti? Acaba nerede hata yapmıştı Hakan? Peki ya Aysun’un hatası neydi? Bu ilişkide en hatalı kimdi? 

İnsan sevdiği bir şey söz konusu olduğunda frenini kaçırabiliyor. Ve o şeyi bıkıp usanana kadar yapabiliyor. Ama Deneyimsel Öğreti diyor ki; her şeyin bir optimum miktarı vardır. Ve kıvam, bu optimum miktarı aşarak veya azaltarak bozulur. Bu sporda olduğu gibi insanlarla olan ilişkilerimizde de böyledir. Aysun ve Hakanın hikayesinde de kıvam bozulmuştu. Domates kıvamı bozuk olan bir menemen nasıl tat vermiyorsa… İlgi kıvamı bozuk olan ilişki de artık tat vermez hale geliyor. Peki kıvam nedir? İlişkilerimi kıvama getirmek için neler yapabilirim? Bu ve benzeri sorular için sizi ve sevdiklerinizi, Deneyimsel Tasarım Öğretisi İlişkilerde Ustalık seminerine bekleriz.


Yorum Gönder

0 Yorumlar