Okuduğu kitapta bir kelimenin altını çizdi ve kalemi bıraktı. Altı harfli bir kelime… Her harf büyüdü büyüdü, sonra görüntü bulanıklaştı. Harflerin her biri sanki bir odayı dolduracak boyuttaydı. Aralarında kendisinin ne kadar küçük kaldığını hayal etti. Harfler sanki üzerine devrilmiş ve o altında kalmıştı. Bir kelime bir insanın ruhunda ne kadar yara açabilirdi ki!
Harun, son birkaç aydır yaşadıklarını hiç yaşamamış olmayı dilerdi. İstese geri alabilir miydi zamanı? Keşke mümkün olsaydı. Çocukluğunda seyrettiği fantastik kurgu filmlerinde pekala mümkündü. Zaman makinesi ile çok değil, birkaç ay, birkaç sene öncesine gidebilseydi keşke. Eşiyle tanıştığı o güne… “Neleri farklı yapardım?” diye geçirdi içinden. Halbuki ne kadar hoş bir kadındı. Onunla son konuşmasında ise bambaşka biriyle konuşmuştu sanki. Bu ikisi aynı kadın olamazdı. Biri kuzey kutbuysa dünyanın, diğeri güney kutbuydu. Öyle taban tabana zıt. O hoş, nazik, ince düşünceli kadının hafızamdaki son resmi böyle olmamalıydı.
Bir türlü aklını toparlayamıyordu. Zihnine parça parça görüntüler geliyordu, kesik kesik… Son gittikleri tatili düşündü. Ne olduysa o tatil dönüşü olmuştu. Çorap söküğü gibi gelmişti ardı ardına… Evlerini ayırmışlar ve haftasını görmeden de eşinin avukatından anlaşmalı boşanma için bir davet almıştı.
Eşinin istekleri için gece gündüz demeden çalışmıştı. Doğum günü, sevgililer günü, ilk tanışma, ilk sinemaya gidiş, ilk el ele tutuşma, ilk, ilk, ilk… Tüm ilklerin tarihleri, saatleri mıh gibi yazılıydı aklında. Hiçbirini kaçırmaz, aksatmazdı. Muhakkak bir çiçek yollardı eşinin işyerine. Her seferinde bütçesinin yettiği ölçüde hediye alırdı. Aslında içten içe onu tatmin edemediğinin farkındaydı.
Bir keresinde; “Neden hep bana kırmızı gül alıyorsun. Farklı renk almak aklına gelmiyor mu? Bunu düşünmek aklına gelmiyor mu?” demişti. Neden öyle demişti ki? Ben bu işlerden çok anlamıyorum galiba… Haklıydı kadın…
Başka bir seferinde de bin bir zahmetle kolye almıştı. Ancak eşi beğenmemişti. Arkadaşlarının yanında kendisiyle alay etmişti. “Bakın arkadaşlar! Harun bana ne almış? İnanmıyorum… Şaka gibi…” “Hediye seçmekte de başarılı değilim, keşke birine sorsaydım...” diye mırıldandı. Belki de şimdi bu durumda olmazdım.
Tekrar kitaba odaklanmaya çalıştı, Tekrar o kelime ile baş başa kaldı. Sanki balta girmemiş ormanda, vahşi bir aslanla karşı karşıya gibiydi… Kendinin bile zor duyacağı bir şekilde dudaklarından istemsizce döküldü… SÜRGÜN…
Eşiyle anıları olan o evde duramamıştı. Onunla aynı işyerinde tanışmışlardı. Eşi evi ayırır ayırmaz istifa etmişti etmesine ama… Anıları o kadar canlıydı ki… Kalbi daralıyor, göğsünü ateş basıyor, başını bir dönme alıveriyordu. Sigarayı bilmeyen Harun, tüm hücrelerine çeke çeke içiyordu artık. Çölde susuz kalmış da suya kavuşmuş insan misali. İşine odaklanamaz haldeydi. Figen’i hayatının amacına dönüştürmüştü sanki. Bir hışımla müdürün yanına çıktı ve istifa ettiğini bildirdi. Başka tek kelime konuşmadan koşar adımlarla uzaklaştı. Uzaklaşsa rahatlayacak gibi hissediyordu. Doğup büyüdüğü şehrinden, evinden, işinden... Bu şehir artık onu boğuyor. Avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordu.
Valizini hazırladı ve ilk uçakla Antalya’nın yolunu tuttu. Yeni bir şehir, yeni insanlar, yeni bir iş... Belki de ona iyi gelecekti. İş bulmasına buldu ama bir müddet sonra kendini yine aynı ruh halinde buldu. Yeni şehir ve yeni ilişkilerin verdiği değişim heyecanını yitirmişti. En sevdiği kafede kahvesini yudumlarken, en sevdiği kitaptaki bir kelime onu paramparça etmişti. Bildiğini ama kendine itiraf etmekte zorlandığı gerçeği suratına çok sert çarpmıştı. O kadar hareket boşunaydı…
İnsan normalleştirir. Kaçarak kim kurtulmuş ki? Çözüm, problemin kaynağını doğru irdelemede ve ardından sabır ve netlikle mücadeleye devam etmekte gizli. Zannediyoruz ki ilişkilerimizde aldığımız hazzı, muhatabımıza daha fazla vererek artıracağız. Hayatta heplik ve hiçlik yoktur. Hep hazzımı artıramam, hep acı çekemem. Bir konuda, bir ilişkide aşırılaşmam, o ilişkiyi hayatımın amacı haline getirmem, sonun başlangıcı oluyor. İnsanın hayattaki amacı mutlu ve başarılı olmaktır. İlişkilerimiz bizi bu amaca yaklaştırır veya uzaklaştırır. Başarılı ilişkiler kurarak biz mutluluğumuza sebep oluştururuz.
İnsanın istekleri sınırsız, ihtiyaçları ise sınırlıdır. Daha fazlasını, daha fazlasını vererek eşimi, patronumu, çocuğumu veya çalışanımı mutlu edemem. Onun ancak doyma becerisini azaltırım. Küçük sürprizlerle tatmin olma şansını elinden almış olurum. Peki sır nerde?
Sır, hiçbir zaman çok yapmakta, çok pahalı hediyeler almakta, ilişkimi hayatımın tek amacı haline getirmekte değildi. Gerçek sır hayatta mutlu ve başarılı olabilmek için, ilişkilerimin ancak birer destekleyici olduğunu kavramakta ve ilişkilerimin hakkını teslim etmekte. Ne eksik ne fazla…
Kaçarak kendini sürgüne yollama. Ağacın budaman gereken dallarını kes. Gereksiz aşırılıklarını buda ki çiçekler daha kuvvetli versin sürgününü. Şimdi çekmen gereken bir acı varsa kabullen ki toplamda faydayı elde edebilesin…
0 Yorumlar