Sabah saat beş civarı her yer çok sessizdi. Yolun kenarındaki ışıklar az çok yolları aydınlatıyordu. Sabah saatleri olduğu için hava da hayli soğumuştu. Şuan tek bir isteği vardı. Bir an önce eve gidip sıcak yorganı alıp uyumak. O acele ettikçe yol bitmiyordu. “On dakika kaldı, beş dakika kaldı...” derken evine geldi. Üstünü bile değiştirmeden yorgana sarılıp uyudu...
Ahmet evin tek çocuğuydu. Küçüklüğünden beri ebeveynleri Ahmet ne isterse hayır demeden yaparlardı. O istemese bile mutlu olsun diye çeşitli hediyeler alırlardı. Ama Ahmet o hediyeleri pek beğenmezdi. Bir gün bakar, ikinci gün atardı. Anne babasının göz bebeğiydi Ahmet. Anne babası onun her istediğini fazlasıyla yapmaya çalışırlardı. Oyuncak, yemek, çikolata, tatlılar... Ahmet her istediğini aldırır, istediği olmazsa annesi babasına küserdi. O kadar şımarmıştı ki istediği olmayınca sinir krizi geçiriyordu. Ailesi o mutlu olsun diye pahalı oyuncaklar alırlardı. Sık sık gezilere götürürlerdi onu. Biraz büyüyünce Ahmet’e harçlık vermeye başladılar. Ne isterse kendisi alsın diye. Ne de olsa artık büyümüştü.
Böylece Ahmet her istediğini alırdı. Arkadaşları arasında gösteriş yapardı. Yaşı ilerledikçe harcadığı paranın miktarı da artmaya başladı. Eskiden paraları nereye harcadığını sormasalar bile anne babasına söylerdi. “Sevdiğim kıyafetleri aldım. Arkadaşlara yemek yedim. Hediye aldım, oyun oynadık.” diye anlatırdı. Bir süre sonra çocuk hiçbir şey anlatmamaya başladı. Hafta sonları arkadaşlarına gitmeye başladı. Akşam saatleri geç gelmeye başladı. Eve gelirse de hemen üstünü değiştirir, dişini fırçalardı. Ancak bunları yaptıktan sonra gelip sofraya otururdu. Anne babasıyla da fazla konuşmaz olmuştu.
Annesi babası da; “Oğlumuz büyüdü artık. Ergenliğe girdi, fazla karışmayalım işlerine. Okula gidip geliyor. Bir sorun da yok. Eve gelir gelmez üstünü değiştirir, parfüm kullanır gelir, ne güzel böyle yapması.” diye düşünürdü.
Bu günler uzun sürmedi. Bir gün Ahmet arkadaşının evinde kalacağını söyleyerek evine gelmedi. O gün arkadaşlarıyla gece yarısına kadar içki içmiş, uyuşturucu kullanmışlardı. Sabaha doğru da kavga edip birini çok ağır yaralayıp kaçmışlardı. Sabah beş civarı eve geldi. Hiçbir şey olmamış gibi derin bir uykuya daldı. Sabah o uyanmadan kapısını polisler çaldı...
Anne babası neye uğradığını şaşırdı. Oğullarını polisin aldığına inanamıyorlardı... O masum evlatlarını neden polisin aldığını anlamaya çalışıyorlardı...
İnsan hep öyle ya... Gözünün önündeki şeyleri göremez. Sevdiği kişilerin hep iyi taraflarını görür. Kusurlarını, olumsuz değişimlerini görmezden gelir. “Neden böyle oldu?” diye bakası gelmez. Hep olumlu tarafından yorumlar yapar. İşaretleri görmezden gelir, yok sayar.
Oysa ki o değişimlerin nasıl olduğu gizlenmemişti. Gözümüzün önünde olmuştu. Gerçekler acı olabilir ama eninde sonunda o gerçek, gerçekleşir. Küçük değişimlere, onun işaretlerine azıcık dikkat etse büyük zararların önüne geçerdi insanoğlu. Göremiyor değil insan. Sadece egosuna yeniliyor. İnsana en büyük düşman aynanın karşısındaki.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi hayattaki işaretleri okumaya ve daha mutlu bir hayat sürmeye yardımcı olur.
0 Yorumlar