NASIL ANLAMADIM?

        Ali, ılık bir akşamda yine yoldaydı. Hafif ve yüzleri okşayan tatlı rüzgâr, ara ara esiyordu. İşi gereği sıklıkla seyahat ederdi. Yoğun bir iş hayatı vardı. Bu sefer dönüş yolundaydı, evine dönüyordu. Bir gece yolculuğu için uçağın havalanmasını bekliyordu. Ali özellikle cam kenarına oturmuştu. Çoğu kişi gibi yolculuk esnasında dışarıyı seyretmeyi seviyordu. Onun için yoğun bir gün olmuştu. Ancak içinde işlerini halletmenin verdiği mutluluk vardı. Tabii ki bu mutluluk beraberinde biraz da yorgunluk getirmişti. 

        Uçak havalanırken uçaktaki ışıklar kısıldı. Daha hafif, göz yormayan bir ışığa geçildi. Ali birden rahatladığını fark etti. “Gecenin bu vakti çok fazla ışığa gerek yokmuş. Böylesi benim için daha iyi oldu.” diye düşündü. Uçak havalandıktan sonra ise tekrar ışıklar açıldı. Ali bu durumdan rahatsız olduğunu hissetti. Bu kadar ışık varken dinlenemiyordu. Dışarıyı seyretmeye koyuldu, zifiri karanlıktı. 

        Bir anda aklına düşünceler akın etmeye başladı. Dışarıda her şey olması gerektiği gibiydi. O yorulduğunda, gün bittiğinde ışıklar da kapanıyordu. Tam da insanlar dinlenmeye koyulduğunda gündüz yerini usulca geceye bırakıyordu. Doğa daha az göz yoran, daha dinlendirici bir moda geçiyordu. Bu durum Ali’ye çok tuhaf geldi. “Ne alakaydı ki? Neden insanlar yorulmuşken doğa da bir anda dinlenme modunu açıyordu? Hava, yavaş yavaş kararıyordu? Çok tuhaf gerçekten.” diye düşündü. Doğa ne kadar da insana uyumlu davranıyordu. Acaba başka şeylerde de böyle miydi? 

        Doğayı ve hayvanları daha çok düşünmeye başladı. Doğada mükemmel bir denge vardı. Ekosistemdeki her şey birbirini tamamlıyordu. Ekosistemden bir hayvan grubunu çıkardığında diğer hayvanların dengesi bozuluyordu. Tüm hayvanlar birbirinin varlığına katkıda bulunuyordu. Bir kısım hayvanlar, insana besin sağlıyordu. İnekleri, koyunları, kuzuları, tavukları düşündü… Et, süt, yumurta veriyorlardı, düşünmeyi sürdürdü. 

        Bir kısım hayvanlar, insanları binlerce yıl boyunca taşımışlardı. Asırlarca insanların bir numaralı seyahat aracı onlar olmuştu. Atları düşündü, sırtları adeta bir koltuk gibiydi. İnsanın oturması ve atı gideceği yere yönlendirmesi için. “Neden süratle yolculuk yapmaya olanak sağlayan bir hayvan vardı ki? Ve neden bu hayvan insana boyun eğiyordu? Neden bu hayvanın insana boyun eğmeye uygun bir mizacı vardı?” Oysa insana asla boyun eğmeyen bir hayvan da olabilirdi. Yahut doğadaki yırtıcı hayvanlardan biri de… Fakat hiç de böyle değildi. “Ayrıca neden onun sırtı, insanın oturmasına elverişliydi? Böyle olmayabilirdi de ama böyleydi. Neden böyleydi ki gerçekten?” 

        Tekrardan koyunları ve inekleri düşündü. İnsanlara usulünce et ve süt veriyorlardı. Binlerce yıldır bunu yapıyorlardı ve oldukça uysal hayvanlardı. Sütlerini ve etlerini verirken pek zorluk çıkarmıyorlardı. Bir kaplan gibi saldırgan ve yırtıcı hayvanlar değillerdi. Yahut zehirli bir ısırıkları yoktu. “İnsana et ve süt veren hayvanlar neden bu kadar uysaldı? Neden insanla yakın yaşamaya bu kadar uygunlardı ki?” Üstelik insanların işlemeleri için yün ve deri de sağlıyorlardı. Tekrardan; “Çok tuhaf.” dedi. “Gerçekten çok tuhaf.” 

        Pilotun anonsu ile irkildi ve dikkatle dinledi. “Şu anda Ankara üzerindeyiz. On bir bin metre yükseklikte, saatte yedi yüz elli kilo metre hızla uçmaktayız”. Ne kadar da hızlıyız diye düşündü. Ve ne kadar da yüksekte… “Bu kadar hızlı bir aracı kullanmak çok zordur.” diye geçirdi içinden. “Karşına beklenmedik ufak bir cisim çıksa, bu hızda ne yapabilirsin ki?” Uçuşlar güvenli olsun diye uçaklar, kulelerle irtibat halindeydi. İnişlerden önce de olası çarpışmaları önlemek için irtibat sürüyordu. Uçağın güvenle iniş yapmasının ardında büyük bir organizasyon vardı.

        Uçuş sürerken “Yıldızlara yakınız” diye düşündü. “En azından yerde olduğumdan daha yakınım” dedi içinden. Uzayı ve içinde ki yıldızları düşündü. Henüz nereye kadar uzandığını bilemedikleri, bu devasa varlığı… Ve onun içindeki milyarlarca gök cismini… Hatta daha da fazla ve her an hareket halinde… Bir leğene atılmış bilyeler hayal etti. Ve o leğeni sürekli salladığını düşündü. Hayalinde bilyeler sağa sola yuvarlanıyordu. Leğendeki bilyelerin birbirlerine çarpışmaya başlamasıyla irkildi. İçinde bulunduğu dünya aklına geldi. O da bir bilye gibi uzay boşluğunda yüzüyordu. Diğer çok sayıda bilye ile birlikte. Her an hareket halinde olan katrilyonlarca gök cismi... Üstelik bunları yönlendiren bir kule de yoktu. Her an kendini bilmez bir göktaşı çarpabilirdi. “Böyle bir ortamda nasıl güvende olabilirsin ki?” diye düşündü. Tekrardan irkildi ve içi ürpermişti. “Peki nasıl oluyor da dünya bu zamana kadar gelebilmişti? Bu karmaşanın içinde nasıl oluyordu da hala sağlamdı? Çok tuhaf.” dedi tekrardan. “Gerçekten çok tuhaf.”.

        Pilotu sesi ile düşüncelerinden uzaklaştı. “İnişimiz başlamak üzeredir, lütfen kemerlerinizin bağlı olduğunu kontrol ediniz”. Gökyüzündeki seyahati şimdilik sona eriyordu, tekrardan yere iniyordu. Ulaşım için havayı, karayı ve denizleri kullandıklarını düşündü. Denizlerde yüzen gemiler gözünün önüne geldi. Bu da başlı başına çok tuhaftı. Tonlarca ağırlıktaki gemiler su üzerinde kıtaları aşıyorlardı. Su, bunu yapmaya uygun bir maddeydi. Dünyanın dörtte üçünü kaplayan su… “Oysa su buna uygun olmak zorunda mıydı ki? Nasıl oluyor da bu böyle denk gelmişti. Üzerinde bir şey taşınamayan bir sıvı da olamaz mıydı bu? Neden buna uygundu ki? Neden insanlar suya girip yüzebiliyor, suyla yaşam buluyorlardı? Dünyanın dörtte üçünü ya başka bir sıvı kaplıyor olsaydı? İnsanlar için tehlikeli bir sıvı mesela?” Ancak hayır, dünyayı su kaplıyordu. Yeryüzündeki canlıların yaşam kaynağı… 

        Nasıl da tüm çevreleri insanlara uygun şekilde tasarlanmıştı… Her şey gözünde gitgide tuhaf olmaya başlamıştı. Bunlar, hiç düşünmeden her gün görüp geçtiği şeylerdi. “Gerçekten hiç düşünmüyormuşum.” diye geçirdi içinden. “Yok yok olmaz” dedi. Bir uçak kuleden habersiz uçamıyorken, tüm bunlar kendiliğinden olamaz. Gökte ve uzayda böyle bir düzen kendiliğinden olamaz. Yerde ve denizde böyle bir düzen kendiliğinden olamaz. Tüm gördüklerimiz insan yaşamına uyumlu şekilde hareket edemez. Adeta tüm çevremiz bize göre dizayn olmuştu. Mutlaka bir dizayn eden olmalıydı. 

        “Nasıl anlamadım!” dedi. “Nasıl oldu da anlamadım bu zamana kadar? Kendini biraz mahcup ama aynı zamanda mutlu hissetti. Çok sevdiği bir yakınını yıllar sonra tekrar görmüşçesine sevinçliydi. “Ah Ali ah… Geldiğin gibi gidiyormuşsun az kalsın. Neyse ki hala vakit varken fark ettin!” dedi kendi kendine. İki saat önceki halini düşündü. Aklında derhal eve varıp dinlenme düşüncesiyle uçağa biniyordu. Şimdi ise uçaktan iniyordu ama bambaşka hissediyordu. İki saat geçmişti ancak çok şey değişmişti onun için. Artık farklıydı, artık görüyordu ama bu sefer gerçekten görüyordu.

Yorum Gönder

8 Yorumlar

  1. Yeryüzünde bulunan herşey birbiri ile o kadar uyumlu ki. Hareketindeki uyum detaylara baktıkça insanı şaşırtmaya devam ediyor. Ormanın dışardan görünmesi ile içine girdikçe olan organizasyonu her detayda şaşırtmaya devam ediyor.

    YanıtlaSil
  2. Gerçek görmek🙏🏻

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bilinc açıçı bir yazı olmus, emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  4. Gerçeklik ,uyum hep var doğada ve ya her yer de. Sadece insanlar gerçekliği kaybediyor ve sıkıntıları artmaya başlıyor. Hayatın dengesi mevcut gerçekliği kendi hayatında uygulayarak olur.

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel bir bir yazı olmuş. Merak düşünceyle harmanlandığın da ulaştığı yerler inanılmaz güzel oluyor …
    Ellerinize Sağlık..

    YanıtlaSil
  6. İnsan; anlaması gerekeni anlayamayan, hatırlaması gerekeni unutan...
    Geç de olsa anlayabilenlerden, anlayınca hayrete düşenlere selamlar.

    YanıtlaSil
  7. Her yer bakıp ama göremediğimiz şeyelerle dolu. Her an bize bir şeyler anlatılıyor. Her an yeniden yaratılıyor

    YanıtlaSil
  8. İnsanoğlu sadece gerçekle mi ilerler hayatın içerisinde?

    YanıtlaSil