Camiler ALLAH'ın Evi mi?

Abdullah'ın gün içerisinde koşturmacası çoktu. İşlerinin yoğunluğu ile İstanbul'un trafiği onu planlı ve programlı çalışmaya itiyordu. İşlerini ne kadar planlı yapmaya çalışsa da ister istemez aksaklıklar oluyordu.

Yine o yoğun günlerin birinde bir yere yetişmeye çalışıyordu. O koşturmaca arasında ikindi namazı vaktinin geçmek üzere olduğunu fark etti. Etrafına şöyle bir bakındı ve yakınlarda bir minare gördü. Hızlıca minarenin olduğu yöne doğru ilerledi. Arabasını park ettikten sonra şadırvana geçip abdestini aldı. Bunca koşuşturmaca arasında suyla teması ona çok iyi geldi. Biraz olsun rahatlamış, kendine gelmişti.

Şadırvanın kenarındaki kulübenin camında; "Ücret 5 lira, ödemeden geçmeyin, hakkım da helal değil!" yazıyordu. İçeride yaşlıca biri vardı, yüzü sirke satıyordu. "Cama böyle bir yazıyı anca bu tipte biri yazabilir." diye içinden geçirdi Abdullah. Aldırış etmedi, ücretini ödedi ve camiye geçti.

Niyetini etti ve "ALLAH-u ekber!" diyerek namaza durdu. Elleriyle dünyayı geriye atmış, artık RAB’biyle baş başa kalmıştı. Namazını içtenlikle kılarken dikkatini dağıtan bir şeylerin olduğunu hissetti.

Caminin üst bölümünden çocuk sesleri geliyordu. Belli ki çocuklar kendilerini oyuna kaptırmışlardı. Cemaat dışında namaz kılan birinin olabileceğini hesap edememişlerdi. Abdullah'ta bir anda çocukluğuna gitti. Namazın manevi havasından çıkarak düşüncelere daldı.

Ne güzel de oynarlardı halıların üzerinde. Çoraplardan top yapar, o topun peşinde koşarlardı. Sonra hocaya yakalandıkları zaman da bir güzel dayak yerlerdi. Falakayı da ilk orada öğrenmişti. Parmakların uçlarını birleştirip üzerine inen cetvel darbeleri gözünün önüne geldi. Böyle bir yöntemi kim icat etmişti acaba? Acının katmerlisini çocuk yaşta tatmıştı.

"Ne kadar enteresan..." diye geçirdi içinden…

Milyarlarca insanda birbirinden farklı parmak izi var. Hiçbirisi birbirine benzemiyor, insanların fiziksel kimliği gibi… Suçlular buradan bulunmaya çalışılıyor, imza atmasını bilmeyen parmak basıyor… Ama ne yazık ki, dini öğretenler parmak uçlarını birleştirip çocuklara acı çektirme yöntemi olarak kullanıyordu. Bir de laf uydurmuşlar; "Dayak cennetten çıkmadır." diye. İyi olsa cennetten çıkar mıydı?

Sonra bir ses duyuldu; "Ulan ben size demedim mi, burası oyun yeri değil diye? Defolun gidin buradan." İhtiyarca biri çocuklara bağırıyordu. Tıpkı çocukluğundaki gibi. Ama bu çocuklar biraz farklı olarak karşılık veriyordu; "Sen kimsin de bizi buradan kovuyorsun? Burası ALLAH'ın evi değil mi?" Abdullah çocuklardaki cesarete hayretle baka kaldı. İhtiyar bağırmaya devam etti; "Ulan defolun gidin, başımı belaya sokmayın benim..."

Abdullah daha fazla dayanamadı ve duasını yarıda bıraktı. "Çocuklar kenarda uslu bir şekilde oturun. Çıkışta sizinle konuşacağım..." dedi.

Çocuklara bağıran kişinin cami bekçisi olduğunu anladı. Kabına sığmayan gözlerinden kıvılcımlar saçan biriydi. Sesi caminin içinde gök gürültüsü gibi yayılıyordu. Yankılanan sesi duvarlara vurup tekrar tekrar geliyordu. İstediğini içeri alan istediğini dışarı çıkartan adam bas bas bağırmaya devam etti; "Bak hala bekliyorlar, çıkın gidin buradan! Kaybolun buradan, daha ne bekliyorsunuz?"

Abdullah önce içinden sabır çekti. Sonra kendini tutamadı o da bekçiye bağırmaya başladı; "Sen hiç hayatında çocuk olmadın mı? Camide çocuk olup koşturmadın mı be adam? Neden bağırıp duruyorsun? Kimi kimin evinden kovuyorsun?" Abdullah vücudunun gerginleştiğini ve ısındığını hissetti. Ne zaman bu hale gelse, haklı bile olsa yanlışın içerisine düşeceğini bilirdi. Çünkü duygularıyla hareket etmişti. Onun için geri adım attı. Bekçinin gözlerinin içine bakarak;

    - "Çocuklar dışarı çıkalım, size dondurma ikram edeyim olur mu?" dedi.

Çocukların gözleri parladı çok mutlu oldular... Dondurmacının önüne geldiler. Abdullah kimin hangi dondurmadan ne kadar istediğini sordu.

    - "Abi kaç top alabiliriz?"

    - Abdullah güldü. "İstediğiniz kadar alabilirsiniz."

Dondurmalarını yerken, çocuklardan büyükçe olanı;

    - "Abi sen olmasaydın, bak var ya ben ne yapardım ona…"

    - "Ne yapacaksın, caminin içinde amcayı mı döveceksin?"

    - "Döverdim abi. Niye bizi kovuyor ki camiden? Cami onun mu, ALLAH’ın evi değil mi?"

    - "Tabii ki kovamaz ama siz de biraz fazla gürültü yapmadınız mı? Orada namaz kılan insanlar namazlarında şaşırırlarsa olur mu? Dikkatleri dağılırsa namazlarını huzur içinde kılamazlarsa olur mu?"

    - "Olmaz abi, doğru söylüyorsun ama biz ne yapalım, nereye gidelim? Bir tane park var, orda da sıra gelmiyor ki…"

    - "Hem sen o adamı dövsen, zarar vermiş olursun. Sonra eline ne geçecek? Bu seni mutlu mu edecek?"

Abdullah anlatmaya devam etti;

    - "Belli ki o adamı çocukluğunda çok dövmüşler. O da büyüklerinden öğrendiği yanlışı devam ettiriyor. Bundan dolayı ALLAH'ın evinde kavga yapmaya değer mi? Sizin oynamak istediğiniz camide izin verilmiyor olabilir. Ama siz büyüyünce aynı şeyleri yapmamalısınız. Camiler herkesin… Çocuklar da büyükler de hem ibadet edebilir hem de vakit geçirebilir. Yeter ki başkalarını rahatsız etmesin. Rahatsız edenlere de gücümüze güvenerek zorbalık yapmayalım. Eğer camileri ALLAH’ın evi olarak görüyorsanız ALLAH’ın seveceği şekilde davranın!"




Yorum Gönder

0 Yorumlar