Vazgeçebilir Ol Ama Vazgeçme!

Sınıf arkadaşları harfleri yeni yeni öğrenirken Ahmet kelimeleri okuyabiliyordu. Çünkü geçen yıl okula kaydolmayı bir ayla kaçırmıştı. Okula gitme isteği onu annesinin yardımıyla okumayı öğrenmeye itmişti. Harfleri öğrendikçe heceleri, heceleri öğrendikçe kelimeleri merak ediyordu. Merak ettikçe öğrenme isteği artıyor ve çabaları sonuç veriyor, okula başlamadan okuyabiliyordu.

Okula başladığında bir yıldır biriktirdiği hevesi kalmamıştı. Çünkü ilk aylarda harfler ve heceler öğretiliyordu. Ahmet bu aşamayı çoktan geçmişti. Günler geçtikçe bilmediği süreçler karşısına çıkıyordu. Bu da Ahmet’i okula ve öğrenmeye daha hevesli hale getiriyordu.

Kelimelerden cümlelere geçince iş daha keyifli hale gelmişti. Artık bir kelimenin anlamı değil bir cümlenin anlamını düşünmek zorundaydı. Bu da daha fazla bilgi demekti. Bir cümlenin ne anlatmak istediğini anlıyor olmak Ahmet’in çok ilgisini çekmişti. “Anlamak.” ne güzel bir şeydi!

Yolda yürürken yerde bir gazete parçasını görse bile alıp okumaya çalışıyordu. Yazan haberden çok haberi okuyabilmesi hoşuna gidiyordu. “Artık bu haberi de biliyorum.” diyordu içinden. Okuduğu bir bilginin ne işe yaradığından çok o bilgiye sahip olmaya değer veriyordu. Tabii o yaşta bunun hiç de farkında değildi.

Ortaokula gelince gazete alıp okumaya başlamıştı. Harçlığı olunca kendi alır, olmazsa markette ekmeğin sarıldığı gazete sayfalarını okurdu.

O dönemde takım tutmaya başladı. Mahalleden abileri hangi takımı tutuyorsa Ahmet’te o takımı tutmuştu. Tuttuğu takımı o kadar önem atfetmeye başlamıştı ki, o takımla ilgili haberleri keserek albüm yapıyordu. Odasının duvarları tuttuğu takımın posterleri ile doluydu. Bir çocuğun futbol hakkında bilgisi çok olmayabilir ama tuttuğu takıma bağlılık seviyesi fazla olunca bağımlılık boyutuna gelebiliyordu. Albümler, posterler bunu göstergesiydi.

İlkokulda okumaya başladığı süreç ortaokulda takım tutmaya, lisede ise müziğe heves etmesiyle devam etti.

Hayranı olduğu sanatçıya bağlılığı müziğin insan üzerindeki etkisinin çok önündeydi. Taraftarlık sevdiği sanatçı için de geçerliydi. Takım tutar gibi şarkıcı tutuyor ve sadece onun şarkılarını dinliyordu. Ama takım tutmayı bırakmıştı…

Üniversiteye başlayınca dinlediği müzikler, sevdiği sanatçılar değişmişti. İlkokuldaki okumaya düşkünlüğü tekrar baş göstermişti.

Okuduğu kitaplardan alıntılar yapıyor, ajandasına yazıyordu. Özlü sözler, aforizmalar çok ilgisini çekiyordu. Bir kitabın anlatmak istediği bilgiden çok satın aralarındaki vurucu cümleler ilgisini çekiyordu.

Harçlıklarının önemli bir kısmını kitaplara yatırıyordu. Bir üniversite öğrencisi için iyi bir birikimimdi ama bu birikim somuttaydı. Yıllar sonra, okuduğu kaç kitap aklında kalacaktı acaba?

Okul bitti ve hayatın zorluklarıyla, gerçekleriyle karşı karşıya kaldı. Bir işe girmek veya bir iş kurmak onun için çok kolay görünmüyordu. Evlilik zaten gündeminde yoktu. Peki ne yapacaktı? Bu önemli konular hakkında pek bir şey okumamıştı! Not aldığı aforizmalarda bunlarla ilgili dişe dokunur bir şey yoktu. Ya sihirli bir değnek gerekiyordu ya da gökten üç elma…

Ahmet birilerinin aracılığıyla bir iş bulmaya çalıştı. Öyle de oldu. Bir işe girdi. Bilmediği bir işti ama öğrenecekti. Öğrenmek…Yılların getirdiği rahatlığın ardından böyle bir sorumluluğun altına girmesi Ahmet’in hayatını bir anda değiştirdi. Çölde susuz kalan bir insan suya kavuşunca nasıl kana kana içerse Ahmet’te yıllardır tüketim içinde yaşadığı hayatına giren üretim can suyu gibi gelmişti.

Çalışmak, bir şeyler üretmek ve bu ürettiklerini işe yaraması Ahmet’i çok motive ediyordu. İnsanın işe yaradığını bilmesi kadar güzel bir şey yoktu! Bir de yıllarca burslarla, yardımlarla yaşayan birini kendi parasını kazanması bir başka güzeldi. Ahmet hayatın gerçekleri ile yüzleştikçe, gerçeğe daha yakın yaşamaya başlamıştı. Ne de olsa insan zihni gerçekten yanaydı. Kitaplarda okuduğu ama anlamadığı birçok bilgi belki de gerçek değildi. Satır aralarındaki süslü sözler insanı cezbediyordu ve kendine çekiyordu ama hayatın gerçekliği o süsü bir anda yok etmişti.

Ahmet bir gün odasında kitaplığına bakarak düşünmeye daldı. Çok değer verdiği, varlığıyla övündüğü kitapları süzdü. Acaba bu kitapların hiçbiri olmasa ne hissederdim diye düşündü. İlk önce irkildi. Mümkün değildi, onlarsız yaşayamazdı. Sonra bu düşünce yavaş yavaş kendini sorgulatmaya başladı.

Bu hayatta insan neden vazgeçemez? Vazgeçmek nedir? Bir şeyi vazgeçilmez hale getiren şey ne? Ahmet iplerin uçlarını bağlayacak düğme bulmuştu. Vazgeçemeyeceğini düşündüğü her şeyi onu bu hayatta ya geri götürmüştü ya da ilerlemesini engellemişti.

Ne çok okumak, ne çok dinlemek, ne çok bilmek… İnsan ancak yaşadıkları, şahit oldukları, duydukları olayları düşünerek ders çıkarıyorsa bu hayatta yol alabilirdi. Onun dışında bizim vazgeçemeyeceğimiz her şey bizi kendine bağımlı yapıyordu. Bir şeye bağımlı olmamak için de vazgeçebilmek gerekiyordu.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi de, insanı bağımlılıktan uzaklaştıran, bağımlılığa sebep olacak etkenlerin farkında olmamızı sağlayacak stratejiler verir.

Deneyimsel tasarım öğretisi der ki; “Vazgeçebilecek güçte ol ama vazgeçme!


Yorum Gönder

0 Yorumlar