Ah Bir Bilseydim!

Çocukluğundan itibaren cıvıl cıvıl yerinde duramayan bir kızdı. Her ne kadar annesini yorsada, enerjisiyle adeta evin neşe kaynağıydı. Küçüklüğünden itibaren kıyafet ve renk uyumuna çok önem verirdi. Bu durum üniversitede de sürüyordu. Ayşe, tarzıyla üniversitedeki herkesi kendisine hayran bırakıyordu. Okulun yağız delikanlısı Mert’in de dikkatini çekmişti. 

Zaman zaman Mert arkadaşlarına, "İddiaya giren var mı? Bu kız benim olacak!" diye konuşuyordu. Mert, Ayşe ile iletişime geçebilmek için doğru fırsatı yakalamıştı. Okulun kampüsünde arkadaşlarla birlikte muhabbetin döndüğü masalar en ideal yerdi. Ayşe’nin yakınında oturuyor, ona bakmayan, onu önemsemeyen bir tavır takınıyordu. Yavaş yavaş ilgisini çeker olmuştu. İlk kez birisi ona karşı bu kadar tepkisizdi. Bu duruma çok alışkın değildi, herkes onunla vakit geçirebilmek için can atardı. Bir süre sonra Mert, Ayşe’nin aklından çıkmaz olmuştu.

Bir süre sonra görüşmeye başlamışlardı. Okulda her fırsatta birlikte vakit geçiriyorlardı. Ayşe bu karizmatik çocuğu daha yakından tanımak istiyordu. Birlikte kahve içerken bir kez daha vurulmuştu. Mert’in özgüvenli halleri daha çok dikkatini çekiyor, mesafeli davranışları ona çok karizmatik geliyordu.

Beraber otururlarken Mert’in telefonu sık sık çalıyordu. Hep birileriyle konuşmak için Ayşe’nin yanından uzaklaşıyordu. Ayşe, Mert’in tarzı böyle diye düşünüyordu. Aynı zamanda Mert çok nazik bir erkekti. Mesela asla hesabı Ayşe’ye ödetmiyordu. Birkaç kez Ayşe hesabi ödemeye yeltenince çok tepki vermişti ve cebinden tomarla para çıkarmıştı. Daha üniversiteye gidiyorlarken bu kadar parasının olmasına şaşırmıştı. Bu kadar kazanmak için ne iş yapıyor olabilirdi ki? Bir yandan da "Sevgilim çok becerikli…" diye mutlu olmuştu.

Gençler aralarında uzun uzun konuşuyorlardı. Mert ismi gibi mert bir delikanlıydı, hayatında yalana ve yalancıya yer yoktu. Bunu Ayşe’ye sık sık vurgular, "Ben yalanı asla affetmem." derdi. Aynı zamanda Ayşe’ye karşı çok korumacıydıda. Eski arkadaşlarıyla görüşmesinden rahatsız oluyordu. "Böyle bir insan eşini de sahiplenir." diye düşünmüştü. "Beni de böyle sahiplenen bir erkeğin olması çok güzel." diye tatlı tatlı hayallere dalıyordu.

Ayşe zamanla Mert’ten başka bir şey düşünemez olmuştu. Bir defasında Mert’in annesini aradığına şahit olmuştu. "Anneciğim üzülme seni arayamıyorum. Çünkü arkadaşlarla kütüphanede buluşup sınavlara hazırlanıyorum, yoğun çalışıyorum." demişti. Bu ince ruhlu gence her seferinde biraz daha aşık oluyordu. Anneciğini üzmemek için yalan söyleyen bu adam onu çok mutlu edecekti. 

Bir gün yine kampüste otururken Mert telefonunu masada unutmuştu. Bir mesaj düşmüştü ekrana; "Canım nasılsın?". Ayşe mesajı görünce çok şaşırmıştı. Lavabodan döner dönmez bunun hesabını sormuştu. Kim ona "Canım" diye hitap edebilirdi? Mert onun kuzeni olduğunu söylemişti ve Ayşe’ye çok sinirlenmişti, çok kırılmıştı. Nasıl olur da şüphe edebilmişti kendisinden. Öyle ki Ayşe de sevgilisinden şüphe ettiği için suçluluk duymuştu. Masum bir mesaj hakkında nasıl da hemen kötü düşünmüştü. Oysa herkes birbirine "Canım" yazabilirdi, daha anlayışlı olmalıyım diye düşündü.

Mert’in okulu biter bitmez evlenme teklif etmişti. Ayşe kendi okulunun bekleyebileceğini düşünerek teklifini kabul etmişti. Okulu terk etmiyordu ki, evliyken okulunu tamamlayabilirdi. Mert zaten ona sahip çıkardı. Aynı evde yaşamak, onunla uyuyup onunla uyanmak ona yeterdi. Boş zamanlarda dersleri için ona yardım etmeye söz de vermişti.

Ayşe çok mutluydu, kocası onu çok kıskanıyordu. Mert karısını uçan kuştan bile kıskanırdı. Ayşe asla tek çıkamazdı evden mesela. Ne ihtiyacı varsa Mert hepsini hallediyordu. Hafta sonları haftada bir kez birlikte kahvaltıya gidiyorlardı, dışarı çıkmayı pek sevmiyordu. 

Ayşe yeryüzündeki en şanslı kadın hissediyordu kendisini. 

Ancak o güzel günler çabucak gelip geçmişti. Mert hep çalışıyor, eve doğru dürüst gelmiyordu. Ayşe, kocasının ne iş yaptığını bile tam olarak bilmiyordu, ticaretle ilgili bir şeyler olduğunu söyleyip duruyordu. Ayşe çok da üzerine düşmüyordu bu konunun, üniversiteden beri böyleydi. "Eşim parasını kazanıyor, yeter." diye düşünüyordu. 

Aradan bir buçuk yıl geçmiş ve Ayşe hamile kalmıştı. Aslında ailesini, yuvasını tamamlamak istiyordu. Alttan alta da kocasını eve biraz daha bağlamak istiyordu. Bir çocuk da bunu sağlamanın en iyi yoluydu. Mert, bu haberi alınca çok mutlu olmuştu. Ayşe artık okul sınavlarına hazırlanamazdı. Böylece onu okulu bırakmaya ikna etmek kolay olmuştu. Halbuki Mert okuluna yardım edeceğine söz vermişti.

Hamilelik haberiyle Ayşe, Mert’in daha çok eve geleceğini düşünmüştü, oysa tam tersi olmuştu. Neredeyse eve uğramaz olmuştu, sık sık gece mesailerine kalıp bitkin bir halde eve dönüyordu. Ayşe birkaç kez telefon konuşmalarını gizlice dinlemişti. "Beyler bu akşam oyun varsa benimde yerimi ayırın." dediğini duymuştu. Evin ihtiyaçlarıyla artık eskisi gibi ilgilenmiyordu. Ayşe bir şey istediğinde "Bu ay bana dokunma çok sıkışığım." deyip geçiştiriyordu.

Bir gece yine kocası işteyken Ayşe’nin sancısı başlamıştı. Artık doğum vakti gelip çatmıştı ama bir türlü kocasına ulaşamıyordu. Hem çok heyecanlıydı hem de çok korkuyordu. Annesini babasını arayıp acil hastaneye gitmesi gerektiğini söylemişti. Hastaneye vardıklarında büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardı. Kulaklarına inanamıyordu, her ikisinin de sigortasının olmadığını söyleyen görevlilere şaşkın şaşkın bakakalmıştı.  Mert’in ve aşkının koca bir yalan olduğunu anladığı yer orası olmuştu, doğum için gittiği hastanenin koridoru…

Gözünün önünde koca bir film şeridi gibi gerçekler geçiveriyordu. Artık gözyaşlarını tutamaz hale gelmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Mert’in tomarla paraları gayri resmi yollardan elde ettiğini… Anı kurtarmak için kolaylıkla hatta ustaca yalan söylediğini… Geceleri mesai adı altında tekinsiz insanlarla kötü ortamlarda bulunduğunu… Ayşe artık gerçeği idrak etmişti. Gözünün önünde olup da görmek istemediği gerçeklerle yüzleşmişti. Ancak bunları görebilmek için doğuma gidilen hastane koridorunu beklemek zorunda mıydı? Aslında her şey apaçık ortadaydı ama o işaretleri okuyamamıştı. Gerçekler, inanmak istediklerinden çok farklıydı. Okuluna, geleceğine, hayatına bir hayal uğruna zarar vermişti.

Oysa hayatta her olay olmadan önce işaretini verir, olduktan sonra ise ardında izini bırakır. 

Peki ne olmuştu da Ayşe işaretleri göremez olmuştu?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, insana iz ve işaretleri okuma marifeti kazandırır. Bu sayede kişi olaylar gerçekleşmeden önce tedbir alır ve daha mutlu ve başarılı bir hayat sürmenin kapısını aralar.

Hayatta her zaman yeni bir başlangıç için umut vardır. O zaman dünümüze göre daha marifetli olmanın adımlarını atalım.



Yorum Gönder

1 Yorumlar