Işıkları yakmadı, loş evin içinde hayalet gibi geziniyordu. Artık ağlamayı da ustalaştırmıştı. Gözyaşları kendisinden habersiz, sessizce akmaya başlamıştı bile. O cümleyi unutabilecek miydi acaba?
-Bitirelim artık, olmuyor
yapamıyoruz birlikte…
Bu kadar kolaydı demek…
8 yıllık ilişki bir cümleyle 30 saniyede bitebiliyormuş meğer, hem de telefonla… “Lütfen ben seni seviyorum.” diyememişti. Ne söylerse söylesin onu ikna edemeyeceğini anlamıştı. O dakikadan itibaren işten izin alıp eve gelmişti. Üç gün boyunca da hasta gibi yatmıştı.
Hafta başı işe başlamıştı ama canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Eve her girişinde ağlayıp durdu. Sonunda sustuğunda artık göz pınarlarının kurumuş olmasından şüpheleniyordu. Hala üzgün, mutsuz, yalnız ve karamsardı.
Telefon çaldı, arayan Derya’ydı. Erdal’ın onu oyaladığını söyleyen ilk ve tek arkadaşı… “Bu Erdal seni oyalıyor mu yoksa?” dediği için ona küsmüştü ama sonra tekrar barışmışlardı. Her akşam arayıp onu dışarı davet ediyordu sağ olsun.
-Betül’üm akşam havası çok güzel, sahile inelim mi? Söz, ne istersen ısmarlayacağım.
Canı bir şey istemiyordu ki… Derya’yı kırmamak için tamam dedi. Bu zamana kadar Erdal’ın peşinde sürünürken zaten yeterince “hayır” demişti arkadaşlarına.
Çaylar gelince arkadaşı susmuş ve sözü kendisine bırakmıştı. Pişmandı Betül, zamanında yapması gereken şeyleri yapamamıştı. Onca emek ve çabası yok sayılmıştı. Anlatmaya başladı:
-Bütün işaretler geldi ama ben
görmek istemedim. Arayan taraf hep bendim. Evlenme konusunu açtığımda benimle
kavga ediyordu. Babam geldiğinde onu görmeye tanışmaya bile gelmedi. Halbuki
ben, ailem ve arkadaşlarımdan daha çok onun yanındaydım. O üniversitede doktoraya
başlayınca ben doktoramı erteleyip ona tezinde yardım ettim. Bütün dünyam oydu
ama o erkek kardeşinin nişanına giderken bana haber bile vermedi. Şimdi daha
iyi anlıyorum; biz ne zaman evleneceğiz diye baskı yapmamdan korkmuş olmalı. Müstakbel
kayınvalidem beni arayıp davet ettiğinde öğrendim. Nişandan döndüğünde ona hiç bir
şey söylemedim biliyor musun? Beni bırakır diye, korkumdan sustum. Bir şeyler
çoktan bitmiş ama ben salaklığıma doymayayım, anlamamışım.
-Ah canım arkadaşım kendine bu kadar eziyet etme. İnsanız hepimiz yanlış yaparız. Yanlış yapmak problem değil ki… ne olursa olsun kendini toparlaman, ayağa kalkman lazım.
-Nasıl yapacağım o dediğini? Ya yine aynı yanlışı yaparsam. Yeniden bir insana nasıl güveneceğim?
-Yavaş yavaş her şey yoluna girecek Betül’üm… Yavaş yavaş… Önce küçük bir adım at sen… Gerisi gelecek inan bana.
Akşamın serinliği mi iyi gelmişti, kendi itirafları mı yoksa Derya’nın sakin desteği mi… anlayamadı ama eve döndüğünde biraz ferahlamıştı. Evi toplamaya başladı. Bir süre sonra kafasını da topluyormuş gibi hissetti. Derya’nın ferahlatıcı cümlesini kendi kendine mırıldanmaya başladı.
Yavaş yavaş her şey yoluna girecek…
İnsan hayatta bir çok problemle karşılaşır. Ama bazılarını doğru cevaplar bazılarını da yanlış… Nasıl doğru yaptığımızı bilirsek benzer problem geldiğinde onu da çözebiliriz. Yaptığı yanlışı ise insan düşünmek bile istemez. Oysa yanlış cevaplar da önemlidir. Bizi o yanlışa götüren sebepleri doğru tespit ettiğimizde aynı yanlışı bir daha yapmak zorunda kalmayız. Böylece insan yanlışı tespit ettiği anda problemin doğru çözümünü de bulmuş olur.
Yaşadığımız deneyimlerden ders çıkardığımızda aynı hatayı tekrar yapmaktan da uzaklaşırız.
İnsanın en çok gol yediği yerlerden birisi de isteklerine hemen ulaşmak istemesi… Bu hayatta hiçbir şey bir anda olmaz çünkü.
Çayın demlenmesi, pilavın dinlenmesi, insanın olgunlaşması için bir zaman gerekir.
Hatta yapılan iyiliğin karşılığı bile hemen bize gönderilmez.
0 Yorumlar