Kimlik Yok Ama ALLAH Var

Bir, iki, üç, dört… Salona sürekli birileri geliyordu. Dört köşesi yer minderleri ile çevriliydi. Oldukça sade ama bir sakinliği de vardı. Salon, eski bir apartmanın zemin katındaydı. Apartman sakinlerinin hepsi Suriye’deki savaştan kaçmıştı. Farklı zamanlarda Türkiye’ye gelmişlerdi. En son gelen henüz birinci yılını tamamlamıştı. Kimisi kardeşti, kimisi kayınvalideydi, kimisi gelindi, kimisi de eş.  O küçücük apartmanda 15 kişilik büyük bir aile yaşıyordu. 15 ayrı hikâye… Evleri küçük ama kalpleri oldukça büyüktü. O imkânsızlıklar içinde bir şey ikram etmeye çalışıyorlardı. Bunu yapmak insana ne kadar da iyi geliyordu. Samimi bir ikramın insanın yüzünde oluşturduğu tebessüm bile farklıydı. Derken ikram edilen kahveleri içmeye başladık. Kahvenin farklı hoş bir kokusu vardı. Kakule tadı tüm ağızda hissediliyordu. Sonra kendimizi hayatlarının tadını kaçıran hikâyelerini konuşurken bulduk.

Kimisi çat pat Türkçe biliyordu. Yeni gelenler ve ailenin büyükleri ancak birkaç kelime öğrenebilmişti. Onlarla aynı dili konuşamadan aynı duyguları paylaşıyorduk. Bu, çok tuhaf bir histi. Çünkü biz çoğu zaman konuşarak anlaşamıyorken konuşmadan nasıl anlaşılabiliyorlardı? Demek ki hayatta işler çok farklı işliyordu.

İlkokula ve ortaokula giden çocuklar vardı. Onlar zaman zaman tercümanlık da yapıyordu. Tercüman, Suriye’den en son gelen Abdullah’ın kimliğinin olmadığından bahsediyordu. Kurallarını ve dilini bilmediğin, imkânlarının olmadığı başka bir ülkede... Hem de kimliğinin olmadığı bir ülkede yaşamaya çalışmak… İnsanları tarafından kabul görülmediğin bir ülkede… Her an sınır dışı ihtimali ile yaşamak… O yüzden de en önemlisi kimlikti. Çünkü orada kabul görülmen gerekiyordu. İmkân elde edebilmek, dil öğrenebilmek ve yaşayabilmek için… Önce orada kabul görmen gerekiyordu. O yüzden dışarı çıkmıyordu ya da kimliği olmadığından çıkamıyordu. Bir gün o da evinin dışına, sokağının ötesine çıkabilecekti. Çalışabilecek ve ailesine katkı vermenin mutluluğunu yaşayacaktı. Fakat daha yaşadığı sokağın da mahallenin de ötesine çok geçememişti.

Kimlik demek, kabul görülmek demekti. Kimlik demek, çok önemli imkân demekti. Kimlik demek, büyük bir konfor demekti. Ancak en son gelen Abdullah’ın kimliği yoktu. Derken aralarından birisi lafa karıştı: “Kimlik yok ama ALLAH var.”

Zaten esas mesele bu değil miydi? Bütün imkânlar ALLAH’ın katında değil miydi? Önemli olan bizleri kul olarak kabul etmesi değil miydi? Hepsi O’nun katında değil miydi? Konforun, zenginliklerin ve gerçek ödülün…

Kimisinin kimliği vardır ama ALLAH’ı yoktur. Kimisinin de ALLAH’ı vardır ama kimliği yoktur. Peki, hangisidir daha hayırlı olan? 

ALLAH’sız yaşamaktansa kimliksiz yaşamak evladır.” 




Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Asıl kimliğini verenden değil de aracısından kimlik istemek
    Ne kadar acınası halimiz…
    Patrondan değil, işçisinden maaş istemek gibi
    Oysa işçi sadece bir aracıydı…
    Her an asıl kimliğimizin sahibine dua edebilirken, kimlere ağız açıp dua ediyoruz…

    YanıtlaSil