Gufi

Yusuf, Türkiye'de doğmamıştı, ülkesi bir süredir savaş içindeydi. Babası savaşta şehit olmuş bir polisti. Babası öldükten sonra tüm çekirdek aile can güvenlikleri yoktu. Bu nedenle on sene kadar önce Türkiye'ye gönderilmişlerdi. Yusuf okuduğu üniversiteyi yarıda bırakmıştı. Bilmedikleri bir ülkede hayata tutunmaya çalışmışlardı. Tüm kız, erkek kardeşleri ve annesiyle beraber.

- Yusuf: “İlk geldiğimizde maddi durumumuz çok da kötü değildi. Kira geliri sağladığımız dükkanlarımız vardı, hala da var. Fakat ben evde boş oturmak istemedim. Diğer erkek kardeşlerimle her birimiz iş aramaya başladık. Bu arada da tabii Türkçe öğrenmemiz gerekiyordu. Bir yaştan sonra başka bir dil öğrenmek daha zor. Kız kardeşlerim çok kolay öğrendiler, onlar benden daha küçük. Lakin ben başta biraz zorlandım. Daha önceden kendi dilim dışında Farsça ve İngilizce öğrenmiştim. Bu nedenle belki de daha kolay öğrendim. Konuşmak güzel şey, seviyorum abi.” 

Yusuf’un ailesi ile kaldıkları evin aşağısında pastanede oturmuşlardı. Hava soğuktu ve çaylarını yudumluyorlardı… Camlı bahçe bölmesinde birkaç kişi daha oturmuştu. Onlarda kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Ana yoldan tek tük arabalar aşağı yukarı ilerliyorlardı. Karşı duvarda üç tane hayvan kafası, ahşaptan heykeller asılıydı. Tepede kızıl ışıklarını saçan ısıtıcı, balkonun soğuğunu biraz kırıyordu.

Mehmet ile Yusuf yaklaşık dört senedir tanışıyorlardı. Mehmet, Yusuf ile beraber birkaç iş yapmıştı. Bu arada Yusuf'u daha iyi tanımış ve sevmişti. Onun yabancı bir ülkede ilk zamanlarında neler yaşadığını düşünüyordu. Şu anki başarısına nasıl ulaştığını sordu: 

- “Bir fırıncının yanında işe girdim, hemen buraya da yakın. Yaşı senden büyük bir abi, fırını eşi ile işletiyordu. Ben ülkemde hukuk okuyordum biliyorsun. Ekmek yapmaktan pek anlamadığımı açıkça onlara anlattım. Aynı zamanda mahalleden de komşuyduk. Bunun için beni işe almakta çok tereddüt etmediler. Sabahları erken kalkıp fırına gitmeye başladım. Patronum kendisi geceden hamuru hazırlıyordu. Bense sabah erken saatlerde ona katılıyordum. Ekmek ve simitler fırından çıktıktan sonra da kasada müşterilerle ilgileniyordum. Başlangıçta zorlandım, Türkçem de o zamanlar iyi değildi. Çok da anlamadığım bir işti. Fakat usta ne dediyse harfi harfine uygulamaya çalıştım. Müşterilerle ilgilenme konusunda da ustamın eşinden çok şey öğrendim. O da arada dükkânda olur, benimle sohbet ederdi. Bana her zaman yol gösterirdi. Tezgâhta hiç simit kalmamış mı? ‘Yok’ demek yerine, hemen başka bir seçenek sunman gerekir. ‘Abiciğim bak, açmalarımız var, yeni çıktılar, çok tazeler...’ Müşteri nasıl karşılanır? Nasıl uğurlanır? Nasıl sohbet açılır? Hâl hatır nasıl sorulur?... Ondan pek çok şey öğrendim. Kendisi de buralı değilmiş, memleketinden gelin olarak gelmiş. Kader onu buraya kadar yönlendirmiş. Başlarda yabancı bir memlekette o da zorlanmış ama alışmış.” 

Her işin başı zordur, derdi. İnsan zorluklara sabretmedikçe bir yere varamaz...

- “Hakikaten zamanla ben de alıştım bu işe, sevmeye başladım. Bir müşteri kitlemiz vardı, her biri farklı insanlar... Sabah çok erken saatte uğrayanlar... Daha geç kalkıp pijamalarıyla gelenler... Çocuklarını yollayanlar... Pişirme kısmı da artık kolay gelmeye başlamıştı, elim alışmıştı. Eskisi kadar zorlanmıyordum, sabah erken gelmeye de alışmıştım. Akşam erken yatıyordum, bana da iyi gelmişti bu iş...

Burada bir süreliğine daldı, çayından bir yudum aldı. Biraz sinirli tonla anlatmaya başladı, yüzü bir anda değişmişti: 

- “Tek sinir olduğum bir şey vardı, abi. Patron arada bir benimle uğraşıyordu, bana hakaret ediyordu: ‘Ülkeni bırakıp gelmişsin, niye savaşmıyorsun, ne işin var burada? ...’  Çok öfkeleniyordum ama yine de sabrediyordum. Eşi de hem onu hem de beni sakinleştirirdi. Onlara karşı ağzımdan hiç kötü söz çıkmadı. Usta hep de böyle davranmazdı, beni de severdi. Fakat bu şekilde konuşmaya başlayınca çok ağırıma gidiyordu. Yine de susuyordum, bir şey söylemiyordum. Bayramlarda, hafta sonları hep çalıştım. Bana güvendikçe kasayı daha çok emanet etmeye başladılar. Onlar bayram ziyaretlerine giderken, ben akşama kadar dükkandaydım. Bana isim de takmışlardı: Gufi... Soyadımın kısaltılmışı, beni çok severlerdi. Hiç tatil yapmadan, izin almadan bir seneye yakın çalıştım. Arada bir ustamın çıkışları, takılmaları ve dalga geçmeleri canımı sıkıyordu. Onlar olmasa daha da çalışırdım. Bir gün yine ben de yorgunken, bana söylenip duruyordu. Savaştan kaçmaktan, mültecilikten bahsediyor, düşünmeden konuşuyordu. Artık dayanamadım ve ‘buraya kadar’ dedim, kendi kendime. Eşiyle konuştum, o beni vazgeçirmeye çalıştı. Ancak biliyordu ki çok zorlanıyorum. Bir sözleşmemiz de yoktu, yevmiyemi hemen verirlerdi. O konuda hiç sıkıntı yaşamadık. Onlar birini bulana kadar çalışacağımı söyledim, öyle de yaptım. Ustamın da sakin olduğu bir gün konuşarak vedalaştık.

İlişkilerimizi nasıl sonlandırdığımız çok önemlidir...

- “Şimdi ne yapıyorlar? Görüşüyor musunuz?

- “Hala aynı yerlerinde çalışıyorlar abi. Alışveriş yapmaya uğrarım bazen, selam veririm. Benden sonra başkaları da çalışmış. Hatta akrabalarından da çalışanlar olmuş. Abla bir gün otururken dedi ki; ‘yalnızca senin çalıştığın dönemde kasada eksik çıkmıyordu...’ Ne diyeceğimi bilemedim. Ustam ile de konuşuruz, kısaca selamlaşırız. Bana çok fazla katkıları oldu.

Yusuf birkaç senedir artık kendi işinin patronu olmuştu. Şehirdeki mülteci ailelerin çoğunu tanıyordu. Onların erkekleri ile işverenler arasında ilişkileri o sağlıyordu. Sıva, badana, boya işleri gibi inşaat işlerinde aracılık yapıyordu. İhtiyacı olan ailelerin yakacak, yiyecek gibi eksiklerini karşılıyorlardı. Bu işler için bir arkadaş grubu da vardı. Bir de iki senedir yetiştirdiği yetim çırağı vardı. Belki de bir derneğin yapabileceğinden daha fazlasını yapıyordu. Bunu yapabilmesini sağlayan kurduğu ilişkiler, insanlarda oluşturduğu güven duygusuydu.

Güven, bizim yapıp ettiklerimizle karşımızdaki insanda oluşturduğumuz bir duygudur...

- “Abi, o fırında çalışmak bana bu cesareti verdi. İnsanlarla iletişimin nasıl olması gerektiğini daha iyi anladım. Güler yüzlü olmanın, yumuşak davranmanın önemini öğrendim. Müşteriyi karşılamanın inceliklerini bana o fırın daha da fark ettirdi. Ustama en başta karşı çıkıp ben de karşılık verseydim olmayacaktı. Belki de bugünlere gelemeyecektim, iyi ki sabretmişim...

Bu hayatta hedeflerimize ulaşabilmemiz ancak kurduğumuz ilişkilerle mümkündür. İletişimimizin kalitesi arttıkça, doğru ve güvene dayalı ilişkiler kurdukça bu hayatta ilerleyebiliriz. Peki insan iletişimini nasıl daha kaliteli hale getirebilir? Değer verilen, güvenilen, danışılan bir insan olmayı nasıl başarabilir?



Yorum Gönder

0 Yorumlar