Geçmeyen İç Sıkıntısı

Gün boyu ayakta durmaktan dizine ağrı girmişti. Bu nedenle patronundan izin almıştı. Lunaparkın yakınlarında bir banka oturmuş, ufku seyrediyordu. Gözünü bir an ufuktan çevirip arkasını döndü. Arkasına baktığında ise korku treni ve gondolu gördü. Ve daha birçok lunapark oyuncağını… Uzunca göz gezdirdi lunapark oyuncaklarına. Küçüklüğündeki gibi binmeye hevesli değildi. Dizinin ağrısını hatırlamamak için etrafındaki koşuşturmaya kaptırdı kendini: 

Vay be! Küçükken ne kadar isterdim lunaparka gitmeyi! Ama ailemden izin almak zor oluyordu. Oyuncaklara binince tüm sıkıntıları unutup bir süreliğine özgürleşeceğimi zannederdim. Şimdi lunaparktaki insanların yüzlerine bakıyorum. Beş dakika eğlenceden sonra hepsi eski haline dönüyor.

İlk defa yurtdışına çıkmıştı. Küçükken ailesi olmadan otobüse binemeyen Yakup ülke değiştirmişti. Tabii, annesi babası başta razı olmamıştı: “Evladım nerede kalacaksın? Kime derdini anlatacaksın? Ne yiyip içeceksin oralarda?” gibi sorularla vazgeçirmeye çalışmışlardı. Fakat kafaya koymuştu bir kere, gidecekti. 

Babasından harçlığını alıp, anasının dizinin dibinden ayrılmayan gençler… 

Evladıma nasıl örnek olurum?” diye düşünmekten çok “Bizim çocuğun düğününde kim ne kadar altın takar?” derdine giren ana babalar… “İşimi iyi yaptım mı?” demeyip “Patronla aram iyi mi?” diye düşünen çalışanlar … 

Aramıyorsun, sormuyorsun!” diye sitem edip arkadan dedikodunu yapan akrabalar… 

Memleketinin havasını, suyunu, toprağını ona dar etmişti. İçindeki tüm mineralleri alınmış, paket sütten farkı yoktu onun için.

Bu durumdan kurtulmak içinse eline bir fırsat geçmişti şimdi. Bir süreliğine memleketinden uzaklaşmak iyi gelebilirdi. Bir sorun varsa mutlaka çözümü de olduğuna inanırdı. Bu zamana kadar böyle olmuştu. Köpekbalığının akvaryumdan kurtulmak için delicesine cama kafa atması gibiydi onun durumu… Kendine has yöntemleri deniyor yanılıyor, deniyor yanılıyordu. Aklında ise bir yerlerden duyduğu bir cümle: “Deneme, yanılma; deneyim transfer et.” 

Peki nasıl deneyimlenmiş hayatlardan ders çıkartacaktı, nasıl o dersleri transfer edecekti kendine? 

Kendince yurtdışı planları yapmaya başladı yine.  Eskisi gibi “Giderim elbet bir şekilde.” demiyordu. Varacağı yer için aklında planlar oluşturuyordu. Ve kendinden önce gidenlere danışmak istiyordu. Uçak bileti, vize işlemleri, sigortalar vs. için bir şirketle anlaşması gerekiyordu. Sağlık da ayrı bir meseleydi tabi. Elin memleketi sonuçta. Bir karnı ağrısa, midesi bozulsa, burnu kanasa… Ne yapmak, nereye gitmek, kiminle iletişime geçmek lazım… Bir de halı saha maçında Ronaldinho gibi çalım atayım derken koparttığı çapraz bağları… Bunlarla da bitmiyordu. Ne giyilir? Nereden alışveriş yapılır? Nereden temiz yiyecek ve içecek alınır? Barınmak için neresi ucuz ve iş yerine yakındır? Tatil gününde gezmek için bir doğa parkı, kamp alanı var mıdır? Diğer şehirlere veya şehir içi ulaşımı nasıldır? 

Offf! Planını kurduğum şeylere bak, masanın başındaki halime bak. Nasıl başa çıkacağım bunca şeyle. Offff!”  

Tekrar önüne döndü ve ufku seyretmeye devam etti. Neredeyse tüm sorunları teker teker hallolmuştu ve çıkmıştı yurtdışına. Kaldığı yerde sıkıntı çektiği bir oda arkadaşı vardı. Kimi geceler horlamasından uyuyamıyordu ama alışmıştı uykusuzluğa. Yiyebileceği temiz yiyecekler kısıtlıydı belki… 

Ama alışmıştı açlık ve susuzluğa. 

Bazen bir şey anlatayım derken yeni konuşmayı öğrenmiş çocuğun saçmalaması gibi saçmalıyordu. Ama alışmıştı eskisinden daha az ve öz konuşmaya. Kimi zaman evi Nevşehir’in manzarasını, suyunu, toprağını özlüyordu. Anasının dizinin dibinde yatıp babasından harçlık alabilmeyi özlüyordu. Arkadaşlarıyla araba muhabbeti yapmayı… Aynı günün akşamında halis muhlis İskender kebabı yiyebilmeyi özlüyordu. Ama alışmıştı özleme. Sakat dizi ağrıyordu ara sıra ama alışmıştı fiziksel acıya. Tüm bunlardan dolayı canı sıkılmıştı, ama alışmıştı can sıkıntısına. 

Yine aynı yerden duyduğu bir söz geldi aklına: 

Can sıkıntısı insanın şifasıdır.”  




Yorum Gönder

0 Yorumlar