Sedat odasının penceresinden uzaklara bakıyordu. Yine yaklaşıyordu yaklaşmakta olan… Kafasında deli sorular, şu soruları soruyordu kendine.
“Biz gerçekten fakiri anlamak için oruç tutuyorsak, fakir niye oruç tutuyor?”
“Oruçluyken eşine yaklaşmak neden yasak?”
“Mesele fakiri anlamaksa tüm fakirler bekar olmalı değil miydi?”
Oysa ki evli ve fakir olanlarda vardı. Aynı şekilde onlar da bu kurala tabii idi. Fakir olanlar da oruçluyken eşlerine yaklaşmıyor. Peki biz fakiri anlıyorsak, fakir kimi anlıyor? Başka bir şey var ama ne? Meselenin sadece fakiri anlamak olması kafasına yatmıyordu. Eğer öyleyse orucu sadece zenginler tutmalı değil miydi? Oysa ki nice zenginler vardı oruçtan uzak… Nice fakirler vardı oruç ile akraba…
“Zengin fakiri anlıyorsa, fakir kimi anlıyor?”
Bu kargaşanın içinden bir türlü çıkamıyordu. O sırada dedesi yanına yaklaştı ve dedi ki;
- Evlat! Geçen gün sorduğun sorunun cevabını almaya hazırsın artık. Doğruyu duyabilmek için yeterli bunalmayı yaşadın. Yeteri kadar düşündün ve çabaladın. Bu konu ile alakalı gerekli iç motivasyonu oluşturdun. Şimdi cevabı duyduğunda senin için bir anlamı olacak.
İnsanın gerçeği anlamak için belirli bir motivasyona ihtiyacı var. O motivasyonu yakalayanlar, gerçeği anlayabileceği en optimum seviyeye geliyor. O motivasyonu arttıran en önemli şey ise sakınmalarımız. Bu sakınmalar aynı zamanda insanı mutlu ediyor. İnsanoğlu; hayatında ve yaşantısında sakındıkça, iradesi artıyor. Sakındıkça, duygularına rağmen soğukkanlı bir şekilde hareket edebiliyor. Ve bu da bilincinin daha fazla açılmasına sebep oluyor. Sakındıkça kendini bir miktar zorluyor. Bu zorlanmada onu dününden daha iyi yapıyor. Olayları daha bilinçle irdelemesine sebep oluyor. Bu da daha sağlıklı kararlar alması anlamına geliyor.
Diyet yapan insana kiloyu verdiren asıl şey nedir? Yediği yeşillik mi, sabahki ceviz ve yumurta mı? Yoksa kibrit kutusu kadar olan peynir mi? Sıcak simidin kokusu gelmiş, duygular aktifleşmiş, vücut ısınmış… Buna rağmen yemediği çıtır çıtır simit mi? Ya da doğum günündeki frambuazlı pasta mı? Ya da annesinin çayın yanına getirdiği kek mi? Tereyağı, bal, kaymak süremediği ekmek mi? Ya da canı çok istemesine rağmen hayır diyebilmesi mi? Tüm hareketleri kilo vermesine bir bir destek oluyor. Fakat hiçbiri bir “Hayır!” kadar etkili değil. Canı çok istemesine rağmen bir şeyden uzak durmaya çalışmak… Asıl kilo vermesini sağlayan şey işte bu. Bu “Hayır!”lar insanın iradesini, yutkunmalarını artırıyor. Kiloyu ise yutkunurken ki içinin yanması verdiriyor. İnsan yapmaması gerekenden sakınınca sadece kilo vermiyor. Aynı zamanda bilinci de açılmaya başlıyor. Bu şekilde diyetisyenin ona söyleyeceği stratejiyi anlama kapasitesi artıyor.
Ramazan ayında da sakınmalarımızla sağlık olarak arınıyoruz, toksinlerimiz azalıyor. Kök hücreler aktifleşiyor, hasarlı yerler onarılıyor. Birbirine iftara gitmeler sebebiyle ilişkiler daha iyi hale geliyor. Ramazan eğlenceleri ile sokaklar şenleniyor. Hem sağlık, hem keyif, hem ağız tadı… Hem güzel yemekler, hem hürmetler, hem tebessümler… Bizim de yavaş yavaş sabrımız gelişiyor. Dün dayanamadığımız şeylere bugün dayanır hale geliyoruz. Dün kafamıza taktığımız ufak şeylere bugün gülüp geçiyoruz. Daha tahammüllü, daha uyumlu bir insana dönüşüyoruz. Kimilerimizin ibadeti, kimilerimizin samimiyeti artıyor. Kimimiz hasta olup tutamadığı için üzülüyor. “O açığı nasıl kapatırım.” diye tatlı bir mücadele veriyor. Küçük çocuklar öğlene kadar tutarak başlıyor. Suratlarında başlangıçtaki zorluğun verdiği tatlı bir masumiyet oluyor. Herkese temas eden, herkese bir pay bırakan serüvenin adıdır Ramazan.
Peki, Ramazan ayında asıl anlamamız gereken şey ne? O nasıl bir anlam ki; normalde yasak olmayandan sakınmamız gerekiyor. Sudan, gıdadan, eşimizden…
O şey, nasıl bir şey olmalı ki? Ancak otuz gün oruç tutarsak onu anlayabilecek kıvama geliyoruz.
- Evet Evlat, aklından geçirdiğin şey. Tam da o, dedi dedesi.
İnsanın yaşadığı hayatın kullanım kılavuzu. Anlaşılması beklenen şeyin içinde yazan şey. İnsanın hayattaki problemlerinin cevap anahtarı… O anahtar o gecelerden birinde yeryüzüne ikram edilmiş. Sınavda insana verilen bir kopya… Normalin üzerinde olan bir ikram. Bu yüzden anormal bir bilinç, basiret ve irade gerektiriyor.
Tekrar hatırlayalım, sakınma insana ne yapıyordu? Bilincini açıyor ve idrak kapasitesini arttırıyordu. Bu anlamam gereken şey öyle bir şey ki… Normalde sakınmamanda problem olmayan su, gıda ve eşin… Her şeyden bir süreliğine uzak durmam gerekiyor. Öyle yüksek bir ödüle, böyle minik bir bedel. Tıpkı üniversite sınavında olan bir öğrenciye “Biz sana cevap anahtarını vereceğiz. Ama sınavda yarım saat su içmeden durabilmelisin.” demek gibi.
Dolayısıyla Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; herkes kendi probleminin yetkilisi ve sorumlusudur.
- Oruçta kimsenin kimseyi anlamakla alakalı derdi yok aslında Evlat! Herkesin kendi sınavında sorulan sorularla bir derdi var. Ve bu soruların cevaplarının yazdığı kitabı anlamakla alakalı… Kendi cevaplarını bulmak ile alakalı bir derdi var. Tüm vazgeçişler o ikramlı kitabı anlayabilecek bilince ulaşabilmek için. O geceler arasında saklanmış olan geceye, açık bir bilinçle varabilmek için. Dolayısıyla zengini de fakiri de ancak kendi sorularının cevaplarını anlayabilirler. Çünkü bunu anlayabilecekleri bir hak ediş oluştururlar. Birinin sınavı bolluk, diğerinin sınavı kıtlık… O evrensel kitabı anlayabilecek bir hak edişi oluşturuyor. Herkes kendi soruları ve bulacağı cevap kadar anlar. O Kadr-i olan gecenin kıymetini anlayabilmek için uğraşıyor. Anlatabildim mi Evlat?
- Anladım dedem anladım, en çokta kendimi…
2 Yorumlar
Çok güzel bie makale, Ramazan ile Oruç ile ilgili neredeyse unutuşmuş gerçekleri hatırlattı bize.
YanıtlaSilBirçok sorunun cevabı olmuş, çok güzel bir yazı. Beni yeniden düşünmeye sevk etti. Tatlıya Hayır diyemeyen ve bu yüzden şeker hastalığı ile mücadele eden bir yakınıma yolluyorum hemen. Belki bir etkisi olur :) Sakınmalar çok kıymetli..En kıymetlisi de bunu ALLAH için yapmak. O nun tavsiye ettiği, yasakladıği her şey birçok yönden lehimize.
YanıtlaSil