Küçük kız kalkıp oyun alanına gidince, bir türlü bitiremediği kitabını okumaya koyuldu. Uzaktan ara ara kızını da seyrediyordu.
Salıncakta sallanmaya çalışan kızının yanına 10 yaşlarında bir kız çocuğu geldi, sohbete başladılar.
Kızı bir ayağını yere sürterek kendini sallamaya çalışıyordu. Kadın, kitabı kenara bırakıp onu sallamak için yanına gitti ve sohbetlerini dinlemeye başladı.
Büyük olan kız, yaşının çok çok üstünde konuşmalar yapıyordu. Bunlar kendisini büyülten, karşısındakini de küçümseyen konuşmalardı;
“Senin annen sana kızıyor mu?” diye sordu.
“Evet kızıyor.”
“Peki dayak var mı?”
“Yok…”
“Bizim evde dayak da var, ceza da ama dayaktan bir şey olmaz, cennet annelerin ayağı altında hem.” dedi.
"Hayır bizim evde yok, bazen annem kızıyor onu dinlemediğimde."
Kadın bir anda "Çocuklar dövülmek için değil, sevilmek, yetiştirilmek için vardır" diye araya karıştı, çünkü kendini garip bir konuşmanın içinde bulmuştu.
Bir yandan da kızın içinde bulunduğu durumu düşünüyordu.
Nasıl bir kabullenişti, nasıl bir zıtlık barındırıyordu…
Annesi dövüyor, ceza da veriyor, hem de tüm bunlara rağmen çocuk cennetin onun ayağı altında olduğuna inanıyordu. Hal ve hareketleri o kadar güzel yansıtıyordu ki zorbalıkla büyütüldüğünü...
“Dayaktan bir şey olmaz.”
Bu cümleyi söylerken kelimeler ağzından kaçmaya çalışıyordu sanki...
Büyüdüğünde muhtemelen o da annesinden gördüğü şekilde çocuk yetiştirecekti. Dövecek, “Dayaktan bir şey olmaz.” diyecek, hem de bunu cennet benim ayaklarımın altında diyerek yapacaktı. Onun için dayak atmak normal olacaktı. Kim bilir belki kocasından da dayak yiyecekti. Üstelik bunu kaderi sanıp öyle görmeye devam edecekti. Annesinin kaderi de öyleydi zaten. Daha küçük bir kız çocuğuyken alkolik babasının şiddetine maruz kalmıştı. İçer içer eve gelir ve hem annesini hem de onu korumaya çalışan küçük kızını dayaktan geçirirdi.
Maalesef kocası da böyle bir adamdı. Adamın tavırları birkaç yıldan sonra değişmiş, şiddet başlamıştı. En kötüsü işe kadın bu durumu “hem sever hem döver.” deyip kabullenmişti.
Bu kader çizgisini kendi verdiği tepkiyle dizayn etmiş olabilir miydi?
Annesine zaman zaman öfke kusacak, onu suçlayacak, “Dövmeseydi dövmezdim, dövülmezdim.” diyecekti.
Kendi kaderini annesinin kaderine benzetecekti. Değiştirmek, dönüştürmek, iyileştirmek için de çaba göstermeyecekti.
Kader böyle bir şey miydi?
Miras yoluyla geçen bir şey miydi?
Yoksa kız, dirençlerini göremediği bir illüzyonun içine mi girecekti?
Zincirini kırsa, anormal olanın normale döndüğünü fark edebilse bunu kaderi olarak görmeyebilirdi?
Suçlamak, kızmak, ağlamak, bağırmak, çağırmak çözüm değildi.
Problemlerinin gerçek nedenini her zaman arayıp bulmak, bulmaya çalışmak yol gösterecekti. Kader çizgisine eklenen dirençlerinin kendi kaderi olmadığını görebildiğinde çözümü bulacaktı.
Ya da kısır döngüde dönüp duracaktı.
Kadın kıza baktı, uzun uzun...
İllüzyondan çıkıp kaderimiz sandığımız dirençlerimizi kırabilmek dileğiyle...
9 Yorumlar
İnsan kaderini kendisi seçiyor. Başrolde biz varız.
YanıtlaSilMalesef bugün bir çok kadın gördüğü şiddeti kader olarak kabul ettiğinden gördükleri şiddet devam ediyor. Oysa kendi verdikleri tavizlerle şiddet daha da artmaktadır. Çocuklar da bundan en çok etkilenenlerdir.
YanıtlaSilKadının şiddet görmesi çok yaygın. Alınyazısı denilip kabul edilecek bir durum değil. Kadın güçlenmeli ve bununla başa çıkmalı.
YanıtlaSilİnsan özgür olabilmesi için dirençlerindan sıyrılabilmeli.
YanıtlaSilDirenç noktalarımız bakmaya hiç cesaret edemediğimiz yerlere gizli.
YanıtlaSildirençlerimiz görülebilecek en kolay yerde ama göremiyoruz, "en gizli olan gözünün önündedir aslında" sadece algıyı verip idrak gerekiyor.
YanıtlaSilinsanoğlu doğumundan ölümüne kadar kader çizgisi bellidir.sadece bizler seçimlerimizle onu yönlendiriyoruz.
YanıtlaSilinsanoğlunun kaderi ne seçim yaparsa yapsın bellidir. ancak bizler irademizle doğru kapıdan veya yanlış kapıdan girip giremeyeceğimize karar veriyoruz.
YanıtlaSilHer şeye kader deyip geçmemek lazım. İnsan iradeli bir canlı ve hayatına yön verebilecek seçimleri kendisine bırakılmış.
YanıtlaSil